SU ÜRÜNLERİ HAKKINDA

Su ürünleri Mevzuatı
Ülkemiz, 8333 km’lik kıyı şeridine ve 80791km2 ‘lik hüküm ve tasarrufu altında bulundurduğu deniz alanına, 10.000 km2’ lik doğal gölleri, 70.000 hektarlık lagün gölleri, her geçen gün artan 342.377 hektarlık baraj gölleri ve 15.000 hektarlık gölet ile 177.714 km. uzunluğundaki akarsu sistemlerine sahiptir. Ülkemiz tüm bu potansiyeli ve su ürünlerini oluşturan çeşitli canlıların gelişmesi ve yetiştirilmesine kolaylık sağlayan coğrafik konumu ve uygun ekolojik özellikleriyle balıkçılık açısından şanslı konumdadır. Su ürünleri, bu potansiyeli ile üretim kaynakları içinde 26 milyon hektarı aşan büyüklük ile orman alanlarından fazla, tarımsal alanlara ise yakındır.

Türkiye denizlerinde ve iç sularımızda su ürünlerinin, korunması, sınıflandırılması, av zamanları, avlanma yerleri, avlanma vasıtaları, istihsal izinleri, avlanma suçları ve cezaları, 1380 Sayılı Su Ürünleri Yasası ve Su Ürünleri Yönetmeliği ile 1380 SK’nun ceza maddelerinin atıf yaptığı diğer ilgili yönetmelikler ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğünce sirküler şeklinde ilan edilen ve ikişer yıllık periyotlar halinde uygulamaya konulan su ürünleri avcılığına ilişkin sınırlama, yasaklamalar ve yükümlülükleri içeren düzenlemelerden ibarettir. Günümüzde 1 Eylül 2002 ila 31 Ağustos 2004 tarihleri arasındaki avlanma dönemine ilişkin olarak çıkarılan ticari amaçlı su ürünleri avcılığını düzenleyen 35/1 sayılı ve amatör (Sportif) su ürünleri avcılığını düzenleyen 35/2 sayılı sirküler yürürlüktedir.

Su ürünleri, ülkemiz tarım sektörünün dört alt sektöründen biri olup, insan beslenmesine katkısı, sanayi sektörüne hammadde sağlaması, istihdam imkanı yaratması ve yüksek ihracat potansiyeline sahip bulunması gibi sebeplerden ötürü önemli bir yere sahiptir. Bu potansiyelden doğal avcılık yoluyla elde edilebilecek ürün miktarı, denizlerde 1.500.000 ton, iç sularda ise 100.000 ton olup, toplam 1.600.000 ton olarak tahmin edilmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen su ürünleri sektörü, gerek tarım sektörü içinde gerekse ulusal ekonomide yeterli düzeyde yer alamamıştır.

Ülkemiz 1970’li yıllarda su ürünleri miktarı sıralamasında 161 ülke içinde ikinci sırada iken bugün 27. sırada yer almaktadır. Kuşkusuz bunun temel nedeni deniz kirliliği, yasak av teknolojisi, doğal yapının (Kum alma, dolgu vs. gibi) bozulması gibi nedenlerdir.

22.07.2003 tarih ve 4950 sayılı “Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 29.07.2003 tarih ve 25183 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 4950 SK. ile yasada suç sayılan tüm fiiller idari para cezasına dönüştürülmüştür.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı Su Ürünleri Daire Başkanlığı’nın oldukça geniş yetkilerle donatılmasına karşın alt yapı, yeterli teknik eleman, mali olanaklar vs. gibi konularda yeni bir kuruluş olması nedeniyle etkinliğini ortaya koyamaması, seri olarak devreye girebilmesinin zor olması gibi sebeplerden ötürü söz konusu yasadaki boşluklar gerek değişiklik öncesi gerekse sonrası yasanın 33.maddesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. 4950 SK. ile değişik 33. maddeye göre; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı teşkilatında ve Bakanlığa bağlı su ürünleri ile ilgili teşekküllerde su ürünlerinin, deniz ve içsuların koruma ve kontrolü ile görevlendirilen personel ile emniyet, jandarma, sahil güvenlik, gümrük ve orman muhafaza teşkilatları mensupları, belediye zabıtası amir ve mensupları, kamu tüzel kişilerine bağlı muhafız, bekçi ve korucular ile emniyet ve jandarma teşkilatının bulunmadığı yerlerde köy muhtar ve ihtiyar heyeti üyeleri bu Kanunla ve bu Kanuna istinaden konulan yasaklardan dolayı, bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında zabıt varakası tutmak, suçta kullanılan istihsal vasıtalarını ve elde edilen su ürünlerini zapt etmek ve bunları 34 üncü madde hükmü saklı kalmak şartı ile adlî mercilere teslim etmek; ek madde 3’te yer alan hükümler çerçevesinde idarî para cezalarını kesmekle vazifeli ve yetkilidirler.

Gerek önceki yasal düzenleme ve gerekse 4950 SK ile yapılan değişiklik ile hedef olarak kaynakların kontrol altında tutulabilmesi benimsenmiş ise de değişiklik öncesi yapılan uygulamalar sırasında bir yığın sorun ile karşı karşıya kalınmış, yetişmiş eleman olmadığından görev verilen kamu mensuplarının söz konusu yasa ve yönetmelik ile sirküleri kendi anlayış ve biçimlendirmeleri şeklindeki değerlendirmeleri sıkıntı yaratmıştır. Bunda kanunun ve düzenlemelerin teknik olması, anlaşılmasındaki zorluk, görevlilerin konu ile ilgili yeteri kadar bilgi sahibi olmayışları ve bu konuda eğitim görmemeleri ile mevzuatı yorumlayıcı eserlerin olmayışının da payı olduğunu vurgulamak gerekir.

13.07.1982 tarihinde yürürlüğe giren Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 24. maddesine göre, diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanmayacağından, liman sınırları dışında kalan denizlerde Su Ürünleri Kanununa muhalefet halinde işlem yapacak tek yetkili makam Sahil Güvenlik Komutanlığıdır. Gerek 1380 sayılı yasa gerekse 2692 sayılı yasanın denizler ve iç sular ile su ürünlerimizi korumak ve buna ilişkin önlemler almak konusunda teorik olarak güzel düzenlemeler getirmekle beraber, pratiğe dönüştürüldüğünde bir yığın çelişki ve sorunun çıktığı kuşkusuzdur.

Yukarıda değinildiği gibi Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın su ürünleri göreviyle ilgili personelinin teknik eleman, mali olanaklar vs. gibi nedenlerle yetersiz oluşu, yasanın 33. maddesi uyarınca yetki verilen görevliler ile aralarındaki koordinasyon boşluğu, bu görevlilerin teknik bir kanun ve düzenlemelerden ibaret su ürünleri ile ilgili mevzuatı anlamakta ve yorumlamakta güçlük çekmeleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı görevlilerinin ise sadece birkaç yıl (2-3 yıl) geçici olarak bu görevlerini ifa etmeleri, mevzuatı ve uygulamaları henüz öğrenmiş iken asli görevleri olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına geri dönmeleri, yeni atananların ise konuya vakıf oluncaya kadar belirli bir sürecin geçmesinin zorunlu oluşu ve bu süre zarfında teknik olarak zorlanmaları gibi nedenler deyim yerinde ise “yeniden amerika’yı keşif” sonucunu doğurmaktadır. Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın daimi olarak personel alma yolunda girişimlerde bulunduğu bilinmekle birlikte, 1380 sayılı yasanın teknik oluşu ve konusunda eğitilmiş, uzmanlaştırılmış personelle koruma ve kontrol hizmetinin zorunluluğu gibi nedenlerle mevcut arızaların bir süre daha süreceği muhakkaktır. Keza, koruma ve kontrol görevi verilen birçok kamu görevlisinin iç bölgelerden deniz bölgelerine tayin olmaları, yasayı ve yasa ile ilgili düzenlemeleri henüz tanımaya başlarken tekrar deniz ve iç suların olmadığı bölgelere tayin olmaları denetimi zorlaştırmaktadır. Aynı durumu yasayı uygulamakla görevli mülki idare amirleri, hakim ve savcılarımız için de söylemek mümkündür. Sayılan görevlilerin gerek fakültedeki öğrenim hayatında gerekse adaylık döneminde eğitim merkezlerinde verilen dersler ve pratik uygulamalarda yasa ile ilgili eğitim almadıkları bilinen bir gerçektir. Hal böyle iken gerek 33. maddenin eski düzenlemesi ve gerekse 4950 SK ile yapılan değişiklikte, yasaya aykırı fiilleri koruma ve kontrol ile görevli kişilerin bu kadar geniş bir mevzuata kısa sürede hakim olmaları, özümsemeleri güç gözükmektedir.

Bu eserde, her iki sirküler hükümleri esas alınarak tanım ve yorumlamalar yapılmıştır. Daha evvel çıkarılan ve uygulanan sirküler hükümleri ile yürürlükteki sirküler hükümleri arasında mukayese ve değerlendirmeler ayrı bir bölüm halinde yapılarak süreç içerisindeki biçimsel ve esasa ilişkin farklılıklar ortaya konmuştur. İlgili bölümde görüleceği üzere her ne kadar iki yılda bir gerek amatör gerekse ticari sirküler hükümleri değişmekte ise de esasen bu değişiklikler daha çok biçimsel anlamda (yer, zaman, ordinatlar vs.) olmakta, esasa ilişkin değişiklikler az da olsa yapılmaktadır. Bu da göstermektedir ki bu eserde her iki sirkülerle ilgili yapılan tanım ve yorumlar büyük oranda güncelliğini kaybetmeyecektir. Uygulayıcıların gerek amatör ve gerekse ticari sirküleri mutlak surette esas almaları, suç tarihleri dönemine tekabül eden yürürlükteki sirküleri ve sirküler hükümlerindeki değişiklikleri gözden kaçırmamaları gerekir. 1380 sayılı yasaya tabi suçların tümü idari para cezasına dönüştürüldüğünden sadece yürürlükteki sirküler hükümleri ve dönem içerisinde yapılan değişikliklere yer verilmiştir.

Yasa mercek altına alınırken her bir maddede yer alan terimler ve tanımlar üzerinde durulmuş, sözcük ve deyimlerin yorumu yapılmış, her madde ile ilgili irtibatlı düzenlemeler birlikte verilmiştir. 1380 sayılı yasanın 36. maddesi (Değişik: 22.07.2003-4950/7 md.); “Bu Kanundaki ve bu Kanuna göre çıkarılacak yönetmeliklerdeki yasak, sınırlama ve yükümlülüklere aykırı hareket edenlere verilecek cezalar aşağıda gösterilmiştir.”demek suretiyle kanunun açık atfı ile yönetmelikteki düzenlemelere aykırılık halini de suç saydığından, yasa metinleri yanı sıra yasa maddesi ile ilgili yönetmelik hükümleri bir arada değerlendirilmiştir. İlgili içtihatlarla, açıklama ve yorumlar süslenmiştir.

Ticari ve amatör amaçlı su ürünleri avcılığını düzenleyen sirküler hükümleri (bu hükümlerin neredeyse tamamı 1380 sayılı yasanın 23. ve 24. maddeleri ile ilgilidir.) ise ayrı bir şekilde maddeler halinde yukarıdaki paragrafta değinildiği şekilde açıklama-yorumlama yapılarak sınırlama, yasaklama ve mükellefiyetlerin 1380 sayılı yasanın hangi maddelerini ihlal ettiği, suç teşkil edip etmediği net bir şekilde, gerek koruma ve kontrol hizmeti yapanlar ve ceza kesme makamlarına, gerekse itiraz aşamasında idari yargı mensupları ile müsadere ve diğer yetkili kılınan konularda ise Sulh Ceza Yargıçlarına yol gösterecek biçimde açıklanmıştır.

Su ürünleri potansiyelimiz orman alanlarından fazla olmasına rağmen orman suçları ile ilgili bir çok uygulamaya yönelik, içtihatlarla süslenmiş eser ya da eserler yayınlanmış olmasına karşın, yukarıda önemi ve aksaklıkları vurgulanan su ürünleri yasası ile ilgili bugüne kadar hiçbir eserin yayınlanmamış olması bizi bu çalışmaya iten en önemli neden olmuştur.

Yasayı ve yasaya bağlı olarak çıkarılan düzenlemeleri ve su ürünleri mevzuatı ile ilgili düzenlemeleri tanımlamak, yorumlamak ve her ne kadar yasadaki tüm fiiller idari para cezasına dönüştürülmüş ise de mevcut yasa ile uyumlu ve esasa ilişkin olarak yol gösterici olduğuna inandığımız, yazılı emir ile ilgili konularda tek yetkili mercii Yüksek Yargıtay 7.CD’nin içtihatları ile doyurucu hale getirip koruma ve kontrol hizmeti yapan görevliler ile uygulayıcıların hizmetine sunmak bizim için bir kıvanç kaynağı olmuştur.

Eserin tüm uygulayıcılara ve koruma-kontrol hizmeti yapan tüm görevlilere yararlı olması dileğiyle..

Kaynak: www.denizce.com